Güç cazip görünür. Tacın parıltısı büyüleyicidir. Ama altındaki karanlık kimsenin umurunda değildir. Bu çağda herkes güçlü olmak istiyor. Herkes liderlik hayalleri kuruyor. Fakat kimse bu gücün bedelini ödemeye hazır değil.
Çünkü taht bir konfor değil, bir ateş çemberidir. O koltuğu altın sanıyorsunuz. Hayır! O koltuk altın değil; sırtınıza yüklenen en ağır sorumluluktur. Tacın süs olduğunu düşünüyorsunuz. Hayır! O taç, sadece bir sembol değil; boynunuza geçirilmiş bir zincirdir.
Tarih bunun örnekleriyle dolu. Firavunlar, Sezarlar, imparatorlar… Hepsi zirveye çıktı. Hepsi alkışlandı. Ama bir gün tahtın altında çürüdü. Çünkü güç sarhoşluğu, insanın gözünü hakikate kör eder. Ve körlük, en sonunda ihanetle, yalnızlıkla ve düşüşle biter.
Modern dünyada tablo farklı değil. Sosyal medya bile bir tür sahte krallık alanına dönüştü. Herkes görünür olmak istiyor. Herkes kendi küçük tahtını kurmuş gibi davranıyor. Ama unutmayın: Hakiki güç, gösterişle değil; sorumlulukla ölçülür.
Güç özgürlük değildir; zincirdir. İktidar, şehvetle başlar, çoğu zaman ihanetle biter. Bugün alkış toplayanlar, yarın sessizliğe mahkûm olur. Halkın sevgisi rüzgâr gibidir; dün göklere çıkarır, yarın toprağa gömer. Bu yüzden en büyük yalan, iktidarın kalıcı olduğuna inanmaktır.
Kur'an'ın şu ayeti sadece dini değil, insani bir hakikati de anlatır:
"Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra Bizim huzurumuza döndürüleceksiniz."
Bu, yalnızca ahirete dair bir uyarı değil; her gücün bir gün biteceğinin evrensel gerçeğidir. Tarih, gücün fani olduğunu defalarca ispatladı. Bir imparatorluğun çöküşü ile bir şirketin iflası arasında aynı ders gizlidir: Hesap günü mutlaka gelir.
Bugün herkes koltuğun peşinde ama kimse şunu sormuyor:
"Adaleti nasıl koruyacağım? Vicdanımı nasıl kirletmeyeceğim?"
Asıl liderlik, alkış toplamak değil; vicdanını kirletmeden yürüyebilmektir. Ve bil ki, kendini yönetemeyen, bir toplumu yönetemez. Nefsini dizginleyemeyen, adalet dağıtamaz.
Gücün ilk kuralı şudur:
Önce kendi içindeki tiranı öldür.
İslam bize şunu öğretir: Güç, bir nimet değil; emanettir. Ve emanet, ihanet edenin boynuna geçirilmiş zincirdir. Peygamber Efendimiz buyuruyor:
"Emanet, kıyamet gününde sahibine vefasızlık ederse, ona ateşten bir yük olur."
Bu sadece dini bir uyarı değil; ahlaki ve siyasi bir hakikattir. Çünkü her emanetin bir hesabı vardır: Vicdan önünde, tarih önünde ve –inananlar için– Allah'ın huzurunda.
Bugün güç seni sarhoş edebilir. Ama yarın hesap seni ayıltır. Hesap günü, sadece mahşerde değil; tarih kitaplarında, vicdanlarda ve gelecek kuşakların hafızasında başlar.
Ve unutmayın:
Tahtlar yıkılır. Alkışlar susar. İsimler silinir.
Geriye sadece şu soru kalır:
"Gücü ne yaptın? Adaleti nerede bıraktın?"
Gerçek saltanat dünyada değil; vicdanda başlar, mahşerde tamamlanır