Ekonomik tartışmalar çoğu zaman ölçülebilir verilerle sınırlanır: büyüme oranları, bütçe açıkları, dış ticaret dengeleri… Oysa bir ekonomiyi yönlendiren asıl dinamikler, bazen ne tabloda görünür ne de hemen hesaplanabilir.
Bugün üretim eksikliğinden değil, üretimin yönsüzlüğünden söz etmeliyiz.
Her ülke bir şeyler üretiyor. Ancak sorulması gereken şudur: Ne için, kimin adına ve nasıl bir gelecek hayaliyle?
Bir toplum güneş paneli üretebilir ama elektriğin kim için harcandığını bilmiyorsa, sadece enerji değil, amaç da kaybolmuştur. Yazılım geliştirebilir ama dijital eşitsizlik büyüyorsa, orada teknoloji değil, yalnızlık artıyordur. Bu çağın eksikliği; fiziki değil, yönetsel ve zihinseldir.
Toplumun geleceğini sadece ekonomik kapasite değil, bu kapasiteye anlam yükleyebilme becerisi belirler.
Kültürel üretkenlik, zihinsel dayanıklılık ve toplumsal bağlar zayıflıyorsa; fabrika bacaları tütse de ülke soğumaya başlar.
Ekonomi bir bilimdir, ama aynı zamanda bir sezgidir.
Bugün verimlilik yalnızca üretim hacmiyle değil, insanın ne kadar yıprandığıyla da ölçülmeli. Bir sistem gençliğini rekabetin hızında erkenden yoruyorsa, orada büyümeden çok tükeniş vardır.
Bu noktada bağımsızlık, sadece mali değil zihinsel bir meseledir.
Hesaplamaları dışarıdan alan bir toplum, kararlarını da dışarıdan alır.
Bir ülke kendi algoritmasını yazamıyorsa, başkasının hesap makinesine mahkûm olur.
Ekonomik entegrasyonun geleceği de rakamlarla değil, insanlar arasındaki rezonansla kurulur. Aynı pazarda olmak, aynı hayali kurmayı garanti etmez. Eğer ortak bir yaşam hissi inşa edilemiyorsa, ortak para birimi olsa da güven birikimi oluşmaz.
Siyasi liderler için asıl zorluk bütçeyi dengelemek değil, nesiller arası güveni yeniden kurabilmektir.
Geleceği kurmak, sadece yol çizmek değildir; pusula taşıyabilmektir. Çünkü yol, haritada yoksa bile pusulada vardır.
Ekonomik bağımsızlık, dövizle değil, anlamla başlar.
Ve bir milletin asıl sermayesi, üretim araçları değil; üretmeyi neden seçtiği gerçeğidir