10596,98%2,23
40,39% 0,00
47,15% 0,24
4391,72% 0,96
6987,62% 0,56
Toplumların üzerinde uzlaştığını sandığımız en soyut kavramlardan biri olan “ahlak”, aslında en somut biçimiyle sınıfsal uçurumlarda karşımıza çıkar. Zengin ile yoksul arasında ahlak, ortak bir değer olmaktan çok, bir tarafın siperine, diğerinin prangasına dönüşür.
Yoksul bir simit çaldığında “hırsız” olur. Zengin, büyük bir banka soygununu yasa haline getirdiğinde “vizyoner iş adamı” diye anılır. Yoksulun hatası “ahlaksızlık”, zenginin suçu ise “strateji” olarak sunulur. Çünkü yoksul, ahlakla ölçülür; zengin, güçle.
Adına “erdem” denilen bu ikiyüzlü terazi, sokaklarda vicdan olurken, plazalarda çıkar aklıyla cilalanmış bir diplomasiye bürünür. Aynı toplumda yaşarız ama farklı ahlaki iklimlerde nefes alırız. Birinin yalanı “günah”, diğerininki “gerekli iletişim yönetimi”dir. Birinin sabrı tevekkül sayılır, diğerininki “soğukkanlı strateji”ye dönüşür.
Bu yüzden ahlak, yoksulun elinde boynuna dolanan bir urgan, zenginin elinde ise sırtını dayadığı meşruyet kalkanı hâline gelir. Aynı kavram, iki farklı sınıfın elinde iki zıt anlama bürünür. Tıpkı adalet gibi… Tıpkı özgürlük gibi…
Ve şimdi sormak gerekir: Ahlak gerçekten evrensel bir değer midir, yoksa ekonomik statüye göre şekillenen kültürel bir araç mı?
Ahlakın evrenselliği, onun herkese eşit mesafede durmasıyla mümkündür. Aksi hâlde, bu çağın adı artık “ahlaki apartheid”dir